By Editor | December 18, 2024 published-on
Geçtiğimiz haftaki yazımda küratör kelimesinin etimolojisine dalıp şifa vermek, ihtimam göstermek gibi işlevlerin nasıl sanatla ilişkilendiğini anlamaya çalışmıştım. Bu hafta hastalık metaforu üzerinden kurduğum yapıyı çok daha sevimli bir alegori ile paralel yürütmek niyetindeyim, o da bahçecilik. Sanatı bahçecilik üzerinden anlamak, küratörü de bu bahçeye bakan bir bahçıvan olarak görmek bu iki uğraşı da açıklamak için ziyadesi ile faydalı.
Sanatın ruşeym olarak yaşamın bağrında, tohumda bulunduğunu düşünebiliriz. Sanatçı sanattan önce mi gelir yoksa tohum çatladığında mı sahnede belirir bilmesi zor olsa da onun sanatın kök saldığı beden, toprak olduğunu varsaymak şimdilik işimize gelebilir zira sanat ve sanatçı ilişkisi bu yazının ufkunun ötesine uzanıyor ve bizim konumuz küratörün bu muhabbete ne zaman dâhil olduğu.
Kimi küratör sanat daha sanatçının bedeninde yeni sürgün verdiğinde henüz doğum anında ve hatta öncesinde hazır ve nazır bulunur, sanatın kabuğunu çatlatması için sanatçıya adeta ebelik yapar. Sanatçı ile mütemadiyen konuşur, yeri geldiğinde onu rahatlatır yeri geldiğinde uyarır. Kimi küratör de sanat eserinin dünyaya gelmesinin bu sıfır anında mevcut bulunmasa da onun atölyeden sergi salonuna ve belki de daha uzaklara, sanat tarihi kitaplarının parıltılı sayfalarına olan çetin yolculuğunun değişik fasıllarında yoldaşı olur.
Her durumda küratör sanatın toprağını çapalar, ölü dallarını budar, kökünü sular ve bu narin tohumun bütün potansiyelini gerçekleştirmesi için lazım olan emeği sarf etmeye çabalar. Elbette küratörün bu gayretleri diğerkâmlıktan yaptığı düşünülemez, küratör bunları yapar çünkü kendi varoluşu da ihtimam gösterdiği sanatın varoluşu ile kökensel olarak bağlıdır. Bahçesi olmayan ya da hiç olmamış bir bahçıvan hayal edilemez.
Nasıl ki bahçecilikte değişik değişik yordamlar varsa, nasıl ki farklı farklı bahçıvanlar bulunursa küratörlerin de sanata yaklaşımları haliyle birbirinden farklılıklar gösterir. Bir küratör elinde makasıyla vahşi çalılardan simetrik bir Fransız bahçesi yaratmaya hayatını adamışken bir diğeri tropik ormanları çitlerinin arasında yeşertmeye gönlünü kaptırabilir.
Her halükârda söz konusu olan adına sanat dediğimiz ekosistemse tohumun akıbeti küratörün meşrebiyle yakından ilişkilidir. Küratörlerin bu doğal olarak sıklıkla eleştirilen handiyse kadiri mutlak konumları az çok buradan gelir.
Denilebilir ki hiçbir bahçıvanın yolunun düşmediği, ayak basılmamış kara ormanların dibinde, hiçbir insan evladının elini bir kenara bırakalım gözünün bile değmediği bir çiçek olağanüstü bir güzellikte serpilip açmış olamaz mı? Şimdi bu doğal güzellik demek değil midir? Güzellik üzerine dönen tartışmaları askıya alıp bu çiçeğe güzel demek mümkün olsa bile ona sanat dememiz için onu ortamından yabancılaştırmamız ve çoğu zaman da onu bir yolculuğa çıkarmamız gerekir.
Küratör ister çiçeğin etrafını bir çitle çevirip bu eşsiz toprak parçasını bir bahçeye dönüştürür ister çiçeği toprağıyla alıp dünyanın öbür ucundaki bahçesinde eker yine de her durumda sanat kendi halinde olandan bir mesafe almak demektir ve işte tam bundan mütevellit sanat eseri kendi başının çaresine bakmaktan acizdir, özenli bir ilgiye muhtaçtır, sanat küratöre muhtaçtır.
Küratörün bu belki de haddinden fazla şiirsel anlatımını bu işle iştigal edenlerin yüceltilmesi olarak görmemek gerek. Burada söz konusu olan şahıslar değil küratörlük diye bir rolün neden var olmak zorunda olduğunu anlamaya çalışmak.
Kimi zaman adına küratör diyebileceğimiz bir zatın yokluğu küratörün de yokluğu gibi gözükebilir ama böylesi durumlarda bile değişik aktörler bu rolü üstlenirler ki bu aktörlerin başında sanatçının kendisi gelir. Alelade bir "şey"e sanat demek, bir "şey"i sanat olarak imlemek sanatçılığın küratörlükle iç içe geçtiği gri bir bölgedir. İşaret edilen "şey"e bir ad vermek ise sanatçının küratörlüğün alanına alenen geçtiği ilk adımdır ki devamında da günümüz sanatının vazgeçilmezi olan eser metinlerini yazmak gelir.
Kimi sanatçıların bu metinleri kendilerinin yazdığına sıkça rastlanır rastlanmasına amanet bir şekilde belirtmek gerekir ki bu küratörün görevidir. Ad koymak ve eser metni yazmak kendi ortamında koparılıp sanat olmuş "şey"e yaşamın tadına varıp serpilebileceği bir alan açmak demektir.
Elbette küratörlüğü safi entelektüel bir iş olarak görmemek gerek. Küratörlüğün bünyesinde pek çok kağıt işi barındıran, yeri geldiğinde teknik bilgi ve hatta asgari düzeyde olsa da kol emeği isteyen bir iş olduğunu akılda tutmak elzem.
Nasıl ki bir bahçıvanın sadece hangi bitkilerin hangi ortamlarda hangi bitkilerle bir arada yetişebileceğine dair teorik bilgisinin onu bahçıvan kılmaya yetmediğini, görevini hakkıyla yerine getirebilmesi için toprağı kazmak, su yolları açmak gibi ameleliklerden de gocunmuyor olması gerektiğini kabul ediyorsak, küratörün de bütün teorik bilgisinin ya da estetik nazarının yanında hem bürokratik işlerden korkmayan bir beyaz yakalı hem de bir resim asmak için duvara çivinin nasıl çakılması gerektiğine hâkim olan ve eline çekiç alıp resmi bizzat asabilen bir işçi olması gerektiğini kabul etmek gerekir.
Kimi küratörler elbette çoktan tesis edilmiş sanat kurumlarının, çoktan düzenlenmiş bahçelerin içinde mevcut sınırlar dâhilinde statükoyla kolkola iş görüyor olabilir lâkin sanatı her daim verili olanın ötesine geçmek, düzeni bozmak ve yeni bir düzenin imkânını yaratmak olarak tanımlayacaksak küratörün de asli görevi, sanatın onu ehlileştirmeye gayretkeş yapıları çatlatmasına yardımcı olmaktır.
Yoksa küratörü, işi yaşamın kendini bir bitkide en kudretli biçimde göstermesi olan bahçıvandansa tohuma hükmedip onu sömürerek ondan dünyevi amaçlar uğruna azami faydayı devşirmeye çalışan yoldan çıkmış bir gıda mühendisine denk tutmak münasıp olsa gerek. Genetiğiyle oynanmış tohumların yaşamın bağrında ne menem bir ur olduğunu hatırlatmak ise abesle iştigal etmek olur.
Günümüzde sanat hakkında konuşurken genellikle sanatın bir ekosistem olduğu söyleniyor. Piyasa, sektör gibi terimlerin yerine ekosistem teriminin tercih edilmesi bu yazıda kurduğum alegori ile birlikte düşünülünce umarım daha anlamlı olmuştur. Sanat nasıl bir ekosistemse, sanat eserlerinin canlılığı da bu ekosistemin sağlığı için en önemli unsur olsa gerek ve altını bir kez daha çizmekten sakınmazsam küratör tam da adının hakkını verircesine bu işten sorumlu kişidir.
Murat Alat: 1983 İstanbul doğumlu yazar. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde gördü. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Halka İlişkiler Bölümünden lisans, Sinema Televizyon Bölümünden yan lisans ile mezun oldu. Yüksek Lisansını aynı üniversitenin Kültürel incelemeler Bölümü'nde tamamladı.