By Editor | October 21, 2024 published-on
Sanat galerisi denince insanın aklına ilk olarak sanat ticaretinin yapıldığı özel kurumlar geliyor halbuki kelime aslında daha geniş bir anlama sahip. Mimari bir terim olan galeri, yapıların içinde sanat eserlerinin sergilenmesi için inşa edilmiş bölümlere verilen isim. İlk galeriler sanatın son derece özel kullanımının olduğu 15. Yüzyılda sarayların içinde inşa edilmeye başlanmış olsa da zamanla bu özel mekânların müzeye çevirmesi ile kamusal bir özellik kazanıyor. Günümüzde müze salonlarına halen galeri denmesi de kelimenin bu mazisinden geliyor. Öte yandan kelimenin sanat tüccarlığıyla ilişkilendirilen anlamı 16. Yüzyılda yerleşiyor. Bilinen ilk ticari galeriler bu dönemde tarih sahnesinde boy gösterirken sanat ticaretinin yerleşmesi ve ticari galerilerin kurumsallaşması ancak 18. yüzyılın buluyor.
Ticari galerilerin gelişmesinin ve sanat eserlerinin alınıp satılan bir meta olarak görülmesinin 19. Yüzyılda gelişen ve günümüzde de devam eden sanatın handiyse kutsal bir şey olduğu algısıyla çeliştiği kolaylıkla düşünülebilse de sanatın toplumda nevi şahsına münhasır, ayrıcalıklı bir yer edinmesi ve sanatçının tanrısal bir ilhamla yaratılar meydana getiren sıradışı biri olduğu fikrinin geniş kitlelerce benimsenmesi, ticari galerilerin sanat ticaretini sanat ekonomisinin merkezine koymasıyla mümkün oluyor. Sanatçıların eserlerinin ticaretiyle geçimlerini sağlayabilecekleri bir piyasanın yerleşmesinin Hollanda'nın altın çağı olarak adlandırılan, bölgenin dünyanın teknoloji ve ticaret merkezi olduğu 17. yüzyılda gerçekleşmesi tesadüfi değil. Zenginliğin artması ve artan zenginliğin toplumsal tabakalar arasında nispeten daha eşit şekilde dağıtılmaya başlaması geçim derdinden kafasını yavaş yavaş kaldıran orta sınıf mensubu insanların güzel bir yaşam hayali peşinde koşmalarına imkân sağlarken daha öncesinde ya aristokrasiye ya da kiliseye ait olan yaşanılan alanları sanat eserleriyle donatabilme şansı orta sınıf tarafından da paylaşılmaya başlıyor. Orta sınıfın sanata olan ilgisi sanat piyasasını hareketlendirirken eserlerin yeni gelişen serbest piyasada rekabete girmesi de sanatçıları yeni teknikler ve yeni konular üretmeye itip üsluplarını ve pek tabii eserlerini birbirlerinden farklılaştırmaya zorlayan bir gelişme olarak ele alınabilir. Sanatta üslubun önem kazandığı, sanatçının imzasının bir piyasa değeri olduğu fikri neredeyse yaratıcılığı bir zorunluluk haline getiriyor.
Sanat eserinin bir yatırım aracı olarak görülmeye başlanması da aynı çağda ve aynı coğrafyada vuku bulan bir olay. Sanatın bu döneme kadar koşulduğu, inananların tanrıya olan bağlılıklarını göstermek, cahil halkı eğitmek ya da üst sınıfların maddi güçlerini ortaya koyan ihtişamlı eserlere sahip olup sınıfsal rekabette öne geçmelerini sağlamak gibi klasik işlevlerin yanı sıra yavaş yavaş beliren estetik zevk uğruna sanat eserine bakmak ve yatırım amaçlı sanat eseri satın almak gibi günümüzde başat hale gelmiş işlevleri de üstlenmesinin sanatın toplumsal rolünü de radikal bir biçimde değiştirdiğini söylemek gayet mümkün.
Sanat eserinin yatırım odaklı değerlendirilmesi demek elbette ikinci el sanat piyasasının da doğuşunu muştulamak demek. Üretimin hızla arttığı, alışverişin çoğaldığı son derece karmaşık bir sistemde özellikle toplumun ve haliyle sanatın sekülerleştiği yani eserlerin değerlerinin şöyle ya da böyle ilahi olana gönderme yapmadan belirlendiği bir çağda neyin iyi ya da neyin kötü olduğunu belirleyecek mercilerin tesisi zorunlu hale gelmiş olsa gerek. Sanat eleştirmeni sanatın estetik değerini belirlemek için başvurulan şahıslar ise sanat tacirleri ya da başka bir deyişle galericiler de sanatın yatırım değerini belirleyenlerdir. Her ne kadar bu iki farklı değer sistemi birbiriyle örtüşmüyor gibi gözükse de aslında iyi bir sanat tacirinin sanatın estetik değerini çok hassas bir biçimde belirleyebilme yetisini haiz olması gerektiğini düşünmek yerinde olur.
Sanat ticaretinin kurumsallaşmış hali olan ticari sanat galerilerinin 17. Yüzyıldan itibaren sanat sisteminde gün geçtikçe önem kazanması ve günümüzde sanatçı atölyesi ile içeriğini ister koleksiyoner ister salt izleyici olarak belirleyelim sanat kamusu arasındaki aracılık rolünün önemli bir kısmını üstlenen bir oluşum haline gelmesi ancak böyle bir arka planı göz önünde bulundurunca anlamlı hale geliyor. Sanat ticaretinin ve bu ticaretin kalbinde bulunan galeriler ile tacirleri sanatın metalaşmasının ve değersizleşmesinin müsebbibi olarak görmektense bu kuruma sanatın özgürleşmesi için imkân tanıyan karmaşık dinamikler içindeki haklı yerini teslim etmek gerekiyor.
Gelecek hafta günümüz sanat sistemi içinde galerilerin konumunu odağa alıp kimilerince şeytanlaştırılan kimilerince ilahlaştırılan sanat tacirliğini ele alacağım.
Murat Alat: 1983 İstanbul doğumlu yazar. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde gördü. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Halka İlişkiler Bölümünden lisans, Sinema Televizyon Bölümünden yan lisans ile mezun oldu. Yüksek Lisansını aynı üniversitenin Kültürel incelemeler Bölümü'nde tamamladı.