By Editor | November 26, 2024 published-on
Geçtiğimiz yazıda Ai-Da namlı robotun yaptığı resmin sanatsal değeri hakkında biraz kalem oynatmış ve mevcut koşullarda yapay zekanın bir sanat eserinin müellifi olamayacağını, ortada bir sanat eseri varsa onun da müellifinin bu robotu yapan, yapay zekayı programlayan olduğunu iddia etmiştim. Yapay zeka henüz yaratmaya muktedir değil. Her ne kadar anlamamızın gittikçe imkansızlaşmaya başladığı algoritması onun yaptıklarını bizim için enigmatik, öngörülemez kılsa da ortaya çıkan şeyler insan evladının kaostan düzen yaratmak için ortaya koyduğu gayretlerden en nevi şahsına münhasırı olarak adlandırdığım sanat pratiğine henüz sığdırlamazlar. Hiç şüphem yok ki teknoloji yakında yaratmaya kadir şeyler de yaratacak. Nasıl olduğunu ben de bilmiyorum ama bunun gerçekleşeceğine inanıyorum.
Bu yazıda makinaların sanat yapıp yapamayacağı gibi ziyadesiyle teorik bir tartışmayı şimdilik rafa kaldırıp Ai-Da'nın resminin nasıl oluyor da müzayede de bir milyon dolar gibi bir fiyata alıcı bulduğunu ele alacağım. Tıpkı Cattelan'ın değeri altı milyon doları bulan muzu gibi Ai-Da'nın resmi de kimilerine spekülasyona dayalı sanat piyasasının şuursuz ve şımarık oyuncuları tarafından şişirilmiş bir balon olarak görülebilir. Böyle bir düşünce ziyadesi ile haklı ve gerçekçi de olabilir. Yine de bizi sanatın ve sanat piyasasının dinamiklerini anlamak için biraz düşünce egzersizi yapmaktan alıkoyduğu ölçüde malumu ilam etmenin ötesine geçemez. Halbuki mevzubahis iki durum da yarattıkları sansasyonla beraber ele alındıklarında üzerlerine tefekküre dalmayı ziyadesi ile hakediyor.
Ai-Da'nın resminin piyasa değerini hak edip etmediğini, bir balon olup olmadığını anlamak için koleksiyonerlik denen müessesinin tarihine ve yapısına bakmak elzem. Koleksiyonerliğin tarihi bildiğimiz kadarıyla milattan önce üç bine kadar uzanıyor. Mısır, Babil ve Çin gibi eski medeniyetlerde günümüze kalanlar tarih boyunca güç sahibi insanların öyle ya da böyle bir şeylerin koleksiyonunu yapmaya karşı bir arzu geliştirdiğini ortaya koyuyor.
Bu arzu bir nevi kudret ifşası vesilesiyle toplumsal tabakalaşmanın belirginleştirilmesi ihtiyacından neşet edebileceği gibi insan olmaya dair çok derin ve ilkel bir arzunun tezahürü olarak da ele alınabilir. İddiam şu ki koleksiyonculuk zaman mekân içinden bir kuyruklu yıldız gibi kayıp geçen insanın sakladığı şeyler vasıtasıyla hayata tutunma, varoluşun dehşetinden korunup kaçınılmaz gerçeklik olan ölümle ilişkisini düzenleme çabasının bir ürünü olarak da düşünülebilir.
Bu önermeyi çıkış noktası olarak bellediğimizde ise koleksiyoncu mütemadiyen hareket halinde olan, hercümerç içindeki dünyadan şeyleri çekip çıkararak devinimi atalete çevirme, böylece de kendi varlığına nevi şahsına münhasır bir zemin kazandırma peşinde olan bir fani sureti edinir. Bu, yaşama karşı verilen bir güç savaşıdır. Böylesi bir dürtüyle yola çıkan kişi en sıradışı, en alışılmadık diğer bir deyişle henüz düzenin bir parçası haline gelmemiş en kaotik ve bundan mütevellit en nadide şeylere boyun eğdirip onları koleksiyonuna kazandırarak düşmanını galebe çalmaya çalışır. Her koleksiyon insanın varoluş karşısındaki zayıflığını telafi edecek, onu fıtratındaki eksiklikten kurtaracak "o şey"in beyhude arayışıdır.
Koleksiyonerlik insani varoluşu böylesi asli bir noktada düğümledikten sonra farklı kültürler koleksiyon yapma tutumları üzerinden ele alınabilir. Koleksiyonerlik her ne kadar Batı medeniyetinin yolculuğunda hep var olmuş olsa da koleksiyonu yapılacak şeylerin mütemadiyen değişimi bize bu kültürün değişimi üzerinde bilgi verecektir elbette. Değerli taşlar, egzotik bitkiler, uzak diyarlardan gelen artefaktlar ya da yabanıl hayvanlar her zaman koleksiyonlarda baş köşede olsa da sanat eserlerinin koleksiyonerlerin gözünde müstesna bir yere sahip olması nispeten yeni bir olgu.
Rönesans dönemi koleksiyoneri, günümüzden bakınca sakınımsızca sanat eseri dediğimiz şeylere ilgi gösterir göstermesine ama bu şeyler maceraperest bir gezginin kara Afrika'dan getirdiği gergedan boynuzundan daha değerli değildir. Günümüz müzelerinin öncüsü kabul edilen nadireler kabinesi 17.yy'da tarih sahnesinde boy gösterdiğinde ismiyle müsemma şekilde sadece sanat eserlerine değil her türlü nadir şeye mekân olur. Sanatın koleksiyonlardaki değerinin yükselmesi ancak onun insani üretimler içinde kendine özerk bir alan açtığı 18.yy'da vukuu bulur.
Günümüzde sanat eseri koleksiyonculuğunun dinamiklerine vakıf olabilmek için onu sanat ekosisteminin bir aktörü olarak görmenin yanı sıra kendi tarihi olan, özgün güçleri ardına almış bir olgu olarak da ele almak gerekir. Ancak böylesi bir açıdan bakıldığında müzayedelerde sık sık karşılaşılan ve ilk bakışta izan dışı gelen el değiştirmeler manidar kılınır. Koleksiyonerlik her şeyden önce nadide olanın peşinde bir yolculuktur, koleksiyonerliğin yatırım boyutu ancak nadir bulunan şeylerin sinelerinde sakladıkları yaşamsal değerin üzerine bina edilebilir.
Dünya üzerinde fethedilmemiş bir karış toprak parçasının kalmadığı, sıradışı olan her şeyin son sürat aleladeleştiği çağımızda ciddi bir koleksiyonerin ufkuna ister istemez farkın imalathanesi olan sanatı yerleştirmesine de şaşmamak gerekir. Sanat sahip olduğu tüm gizlerle birlikte kutsal kasenin peşindeki şovalyelerin rüyalarını yaşayabilecekleri ender alanlardandır.
Ai-Da'nın bir insansı robot olarak ürettiği resim bir sanat eseri olarak değer kazanmaktan çok önce medeniyet tarihindeki muhtemel bir kırılmanın öncüsü olduğu için değerlidir. Müzayedenin sanat eserlerine adanmış olması bir şeyi değiştirmez. Bu tablonun değeri sanattan devişirilemez, onun kelimenin gerçek anlamıyla avanat-garde olmasından neşet eder. Bu yapıt her öncü gibi nadidedir. Tıpkı rüştünü ispat etmiş bir ressamın ilk eskizlerinin zaman içinde kazandığı değer gibi yapay zeka ile birlikte çıktığımız bu muğlak yolun ilk adımlarından olabilme ihtimaliyle değerlidir. Koleksiyonerlerin böylesi bir ihtimali göz ardı etmelerinin mümkün olmadığını ancak bu pratiğin ardındaki arzunun ne olduğunu anladığımızda kavrayabiliriz. Her teknoloji ürünü gibi yapay zeka da insanın ölüme karşı verdiği savaşın bir silahıdır ve de koleksiyon yapmak tam da bu çetin savaşın ardındaki maddi gücü oluşturur.
Murat Alat: 1983 İstanbul doğumlu yazar. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde gördü. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Halka İlişkiler Bölümünden lisans, Sinema Televizyon Bölümünden yan lisans ile mezun oldu. Yüksek Lisansını aynı üniversitenin Kültürel incelemeler Bölümü'nde tamamladı.