By Editor | August 15, 2025 published-on
Sanatla uzaktan yakından alakası olan hemen hemen herkesin kulağına en az bir kere çalınmıştır ki Rönesans resim sanatına perspektif denen büyüleyici tekniği katmasıyla tanımlanır. Aslında Antik Yunan'da da gayet iyi bilinen ama medeniyetin bu altın çağında sadece tiyatrodaki dekorlarda kullanılan bu teknik Rönesansla birlikte yeniden ele alınıp resim sanatında dış dünyayı tasvir ederken gerçekçilik illüzyonu yaratmak için işe koşulmaya başlanır.
Kurallarını İtalyan yazar Leon Battista Alberti'nin sıraladığı perspektif tekniğini ilk kullanan yin bir İtalyan, ressam Masaccio'dur. Kökeninde "yakından" ve "içinden" bakmak olan perspektif kelimesiyle adlandırılan bu tekniği kullanmak için sanatçılar çoğu zaman içine tel ızgaralar gerili ahşap bir karkasın içinden konularına bakarak çalışırlar ve böylece perspektif her zaman resimle ona bakan kişi arasında varoluşsal olarak iki farklı düzlem barındırır.
Bu iki düzlemin ilki izleyicinin resme bakış attığı, nefes alıp vererek gün be gün ölüme yaklaştığı gerçek dünya iken ötekisi ise resmin vücut bulduğu çerçevenin içindeki ölümün olmadığı tanrısal ve akli sanal dünyadır. Bu sanal dünya varoluşun hakikatini arayan ressamın, doğayı taklit ederek yarattığı, gerçek dünyadan daha hakiki, fıtratları gereği güvenilmez olan duyu organlarıyla algılanamayan fakat aklı kullanıp tefekkürle ulaşılabilecek bir dünya olarak tasavvur edilir. Perspektif tekniği varoluşun matematik tabanlı yasalarına vakıf olmanın yegâne aracı olarak kullanılır Rönesans ressamları tarafından.
Perspektif tekniği ve onu zorunlu kılan bu idealist dünya görüşü sanatta ancak Modernizmle sorgulanmaya başlanır, hatta iddia edilebilir ki modern sanat idealizme ve bittabi perspektife olan muhalefeti üzerine yükselir. Gerçekçilik akımı öncelikle resim mekânının derinliklerine ihtimam göstermekten ziyade tuvalin yüzeyine odaklanarak kullandığı kaba saba fırça darbeleriyle konuları boyayıp seyircinin ilgisini aşkın, ideal bir dünyadan kusurlu şimdi ve burada olan gerçekliğe çeker.
Müteakip modern sanat akımları ise bu öncü hareketin devamından ibarettir. Sanat Modernizmle beraber biri temsilî diğeri gerçek olan iki farklı alemi şimdi ve burada buluşturma, imgeleri mükemmel olana eriştirmektense kusurlu olanı yakalama gayreti olarak tesis edilir. Sanat aşkın hakikati kusursuzca temsil etme gayretinden ibaret olan Rönesans ile çatışarak sanat olur. Her modern sanat akımı, bizzat temsil faaliyetini sorunsallaştırma biçimleriyle kendinden önceki akımlardan uzaklaşır ve yirminci yüzyılın başlarında neşet eden Kübizm tuval üzerinde verilen bu mücadelenin kırılma anıdır.
Her Kübist ressamın feyzaldığı Paul Cezanne hemen hemen her daim içinde elmaların bulunduğu natürmortlarında resmi içinde bulunduğu mekânın doğal bir uzantısı olarak görmemizi sağlayan perspektifle oynayarak biz seyirciden uzakta olduğu varsayılan arka plandaki nesneleri alışılagelmişin dışında ön plana yakınlaştırıp temsil uzamındaki derinliği limitlerine kadar azaltır. Cerzanne'ın natürmortlarında handiyse figürler tuvalden dışarı fırlayacakmış gibi arz-ı endam ederler.
Sanatın perspetktifle ve perspektif tarafından düzenlenmiş temsil evreniyle kavgası Cezanne ile bitmez. Picassso'nun meşhur "Avignon'lu Kadınlar" isimli, dönemi için ziyadesi ile kışkırtıcı ve hatta huzursuzluk verici resmi bu kavganın bir sonraki adımı olacaktır. Picasso'nun "Avignonlu Kadınları"nın patırtı koparması için aslında sadece resme konu olan figürlerin edepsiz hayat kadınlarını temsil ediyor oluşları yeterlidir yeterli olmasına ama bu eserin sanat tarihinde yarattığı yıkım konu seçiminden değil formel önermelerinden gelir.
Picasso'nun kadınları resmin uzamında sakince durmamaktadırlar, bilakis bedenleri her an tuvalden fırlayacakmış gibi gözükürken bakışları ile de izleyicinin güvenli alanını tarumar ederler. Picasso tuval yüzeyini delip izleyicinin nefes alıp verdiği gerçek dünyaya geçmeyi başarmıştır. "Avignonlu Kadınlar"dan sonra temsil evreninin gerçek dünya ile münasebeti geri dönüşsüz olarak değişir. Tevekküllü değil Picasso'nun da bir sonraki hedefi tuval yüzeyinin üzerine kağıtlar kartonlar teller yapıştırarak artık bir hapisahaneye dönüşmüş bu zemini terk etmek olacaktır.
Pek çok sanat tarihçi için Marcel Duchamps'ın "Çeşme" adlı eseri günümüz sanatının başladığı nokta olarak görülür lakin unutmamak gerekir ki Duchamp kudretli sanat fuarı Armory Show'a ters çevrilmiş bir pisuvarı "işte sanatım budur" diye göndermeden önce Kübist bir ressamdır. "Merdivenden İnen Çıplak" adlı, temsil uzamının limitlerini zorlayan eseri Duchamp'ın tuval üzerinde yaptığı denemelerin nişanesidir.
Elbette "Çeşme" ile sanatın gündemine soktuğu "buluntu yapıt" tekniği pek çok farklı açıdan ele alınabilir ama Duchamp'ın kübizmle olan rabıtası göz önünde bulundurulduğunda oyunbaz sanatçının yaptığının Cezanne ve Picasso'nun yolunu takip etmek ve öncülerinin gidemediği yere hatta yolun sonuna kadar gitmek olduğu belli olur. "Çeşme" ile Duschamp, Cezanne ve Picasso'nun yaptığı gibi perspektifi tersine çevirmekle ilgilenmemiş, temsil evrenini toptan ilga ederek perspektifi yekünen devreden çıkarmıştır.
"Çeşme" artık sadece seyirci olmakla kalmayan bir muhataba ve belki bir yoldaşa dönüşen biz insanlarla aynı uzamı paylaşır. Sanat sonunda temsil evreninden kaçmanın bir yolunu bulmuştur. Bu kaçış sanatın varoluşsal statüsünde temel bir değişim gerçekleştirir. Artık sanat eserleri salt bakışla anlaşılamaz, bir arada yaşanılması gereken canlı nesnelere dönüşmüşlerdir.
Günümüz sanatını değerlendirebilmek için sanat tarihindeki bu metamorfozu göz önünde bulundurmak hoş olur. Elbette sanat dinamik bir alem, iç çatışmalar farklı mevziler farklı hatlar ve farklı gerilimler sanatın içinde her daim mevcut ama yine de popüler adıyla Çağdaş Sanatın soykütüğü böylesi bir hattı barındırır.
Murat Alat: 1983 İstanbul doğumlu yazar. Orta öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde gördü. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde Halka İlişkiler Bölümünden lisans, Sinema Televizyon Bölümünden yan lisans ile mezun oldu. Yüksek Lisansını aynı üniversitenin Kültürel incelemeler Bölümü'nde tamamladı.